
‘Kaplumbağa Terbiyecisi’nin terbiye ederken kullandığı çalgıyı, ‘Sara’ resmindeki pembe kıyafetin öyküsünü, Louvre müzesine katılan ilk ressamı, Nazım Hikmet’in şiir yazdığı o resmi merak ediyor musunuz? Gelin birlikte Modernizmle başlayan serüveninde Türk resminin en ünlü 10 eserini tanıyalım…
Hoca Ali Rıza– Göl Kenarı
Hoca Ali Rıza, yıllarca Avrupa’yı görmeden, askeri okulda öğretmenlik yaparak öğrencileri için baskılar üreten bir ressam. Eserlerini, öğrencilerine göstermek ve onlara resim öğretmek için yapıyor. Sanatçı, geleneksel resimlerine Batılı bir tarz katıyor ve bu resmin önemi de buradan geliyor.
Hoca Ali Rıza, Türk resminde manzara resmi yapan ilk ressam değildir ama saray bahçelerinden çıkıp bir empresyonist gibi kırlarda ve sahillerde resim yapan ilk Türk ressamıdır. Ayrıntılara gösterdiği özen ve renk bilgisi onun üslubunu farklı kılan noktalardır. Resimde şiirsel bir üslup vardır. Bu resimde olduğu gibi tüm manzara resimlerinde maviler ve yeşiller ağırlıktadır. Resimlerinde figürü boyut belirleyici olarak kullanır.
Hoca Ali Rıza, hiç Avrupa’ya gitmemiş olmasına ve empresyonizmi görmemesine karşın resmine batılı bir tarz katmıştır.
Şeker Ahmet Paşa – Narlar ve Ayvalar
Geometrik açıdan sepetteki ayva ve narların dizilişi, birbirleriyle oluşturduğu kompozisyon resmin en dikkat çekici özelliğidir. Ayrıca, resmin gerçekçi duruşu, renklerin birbiriyle uyumunda önemlidir. Şeker Ahmet Paşa’nın resimlerindeki renk zenginliği, doğadaki gerçekliği verme kaygısı, onu doğa lirizmi diyebileceğimiz bir üsluba yaklaştırdı.
Paris’te Louvre Müzesi’ne hayatta iken resmi kabul edilen ilk Türk ressamıdır. Resimlerinde değişik bir perspektif anlayışı vardır. Daha çok natürmort resimleri ile bilinir.
Osman Hamdi Bey– Kaplumbağa Terbiyecisi
Kaplumbağa Terbiyecisi’nin 1906 ve 1907 olmak üzere iki farklı versiyonu vardır. Bu yazıda gördüğünüz 1906 versiyonudur. İki versiyon arasındaki temel fark, 1906 versiyonunda 5, 1907 versiyonunda 6 kaplumbağa olmasıdır.
Osman Hamdi Bey’in bu tablosu, özellikle ilham kaynağına dair net bilgilerin olmadığı dönemde, geri kalmış bir toplumu çağdaşlaştırmaya çalışan bir aydının yorgun hâlini anlattığı şeklinde yorumlanmıştır. Kaplumbağaların esin kaynağının, Lale Devrindeki Sadabad eğlenceleri sırasında, hava karardıktan sonra sırtlarına mum dikilerek serbest bırakılan kaplumbağalar olduğu öne sürülmüştür. Bu yoruma göre, Sanay-i Nefise, Asar-ı Atika Müzesi, Duyun-u Umumiye gibi birçok kurumu kurmak ve yönetmek görevini üstlenen Osman Hamdi Bey, tabloda kendini terbiyeci, kendi iş yapış biçimine uyum gösteremeyen astlarını ise yemeğe ulaşmaya çalışan kaplumbağalar olarak göstererek, onları hicvetmektedir.
Başka yorumlara göre, düşünceli biçimde dikilen adam, sabır gerektiren zor bir iş olan kaplumbağaları terbiye etme işini, elindeki ney ve sırtındaki nakkareyi çalarak başarmayı ummaktadır. Bu yoruma göre de terbiyeci Osman Hamdi Bey’in kendisidir. Terbiyecinin zorlu işi elindeki müzik aletleriyle halletmeye çalışması, Osman Hamdi Bey’in de değişime direnen bir toplumu sanat yoluyla çağdaş seviyeye getirmeye çalıştığını, bu yüzden sanat okulu ve müze açma girişiminde bulunduğunu vurgular.
İbrahim Çallı– Üsküdar
Ressam Roben Efendi’den de resim dersleri alan Çallı, Şeker Ahmet Paşa’nın önerisi üzerine 1906 yılında şimdiki adı Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi olan dönemin Sanayi-i Nefise Mektebi’ne girdi. Altı yıllık okulu üç yılda bitirdi.
Türk resminde, İbrahim Çallı ve arkadaşları, “1914 Kuşağı Türk Ressamları”, “Türk İzlenimcileri” ve “Çallı Kuşağı” olarak anılırlar. Çallı, resim alanında batı anlayışına yönelik bir sürece girilmesinde önemli itici güçlerden birisi olmuştur. Çalışmalarının tümünde gözlemlenen izlenimci anlayış, Avrupa’nın resim uygulamalarında görülen izlenimcilik akımının kurallarını sıkı sıkıya uygulamaktan çok, kendine özgü bir karakter sergilemiştir. Bu karakter Çallı’nın kompozisyonu oluşturan unsurların seçiminde ve resimsel dili oluşturmasındaki tavrı ile ortaya çıkmaktadır.
Üsküdar tablosunun önemi, ressamın paletindeki tüm renkleri ustalıkla kullanmasıdır. Resme baktığınızda, kendinizi Çallı ile beraber Üsküdar’da o yıllarda dolaşır gibi hissedersiniz.
Mahmut Cûda– Sara
Mahmut Cûda’nın az sayıda nü çalışmasından biri olan resme, pembe elbise giydirmesinin öyküsü ilginçtir. 1929 yılında yaptığı üç nü tablodan birine giydirdiği pembe volanlı elbise, 1931’de evlendiği eşi Nazıma Hanım’ın Akademi Balosu’nda giydiği elbisedir. Cûda, çok sevdiği eşiyle ilk karşılaşmasında üzerinde gördüğü bu elbiseyi nü tablosunun üzerine giydirir. Peki nü tablosunu yaptığı Sara kim? O dönemde, Akademi’de çalışan modellerden biri. Aslında ressamın natürmortları çokça bilinse de, bu tablosu çok etkileyici.
Nuri İyem– Üç Güzeller
Nuri İyem, mahur, güzel, çekingen, melankolik, utangaç kadınlarla bizi sarmalar. Bu kadın yüzleri, hem çocukken kaybettiği ablasının hayali imgesi hem de zamanı aşan ikonik bir sembol olarak Nuri İyem sanatının önemli bir örneğidir. Üç Güzeller teması, Yunan ve Roma mitolojisinde karşımıza çıkar. Bu üç tanrıça, neşe, görkem, övünç adlarıyla güzellik, doğa, cazibe, yaratıcılık ve doğurganlığı temsil eder. İyem’in de Anadolu kadınına övgü dolu gözlerle baktığı bellidir bu resmiyle.
Fikret Mualla– Caz Orkestrası
Kendi hayatı her ne kadar acı, hüzün, hastalık, alkol gibi zorluklarla dolu olsa da bütün yapıtlarında yaşama sevinci hakimdir. Resimde, Fikret Mualla coşkulu bir müzikal ortamı yakalamayı başarmıştır. Desen ve gözlem ustası Mualla, Paris’te Henry Matisse’nin renk kullanımından etkilendi, dışavurumcu akımın etkisi altına girdi. Öznelliğe ağırlık verip gerçekliğe bağlı kalmamak. Renkli kağıtlar üzerine guaj ile yaptığı resimler onun imzasıdır adeta. Cazcıları resmettiği çok sayıda resmi vardır. Neticede bir ressamın bir dönemi, bir kenti, bir tarzı nasıl belleklerde iz bırakacak şekilde işleyebileceğini gösteren ilginç temalardandır.
Hale Asaf– Otoportre
Hale Asaf, kısacık yaşamında bir taraftan hastalıklarla mücadele etmiş, bir taraftan resim tutkusuyla Avrupa – İstanbul arasında mekik dokumuş önemli bir kadın ressamdı. Asaf, aynı zamanda ilk Türk kadın ressamlardan Mihri Müşvik’in yeğeniydi.
Bu portre, Paris’teki hocası Andre Lhote’nin ona kazandırdıklarıyla kübizm etkisinde yaptığı otoportredir. Tekniğinin güzelliği kadar, kendini bir Türk kadını olarak tasviri de çok önemlidir. Kadınsı yönlerini geride bırakmış, ayağı sağlam basan, kendinden emin genç Türk kadınlarını bu otoportre vesilesiyle yansıtmıştır.
Abidin Dino, sanatın her dalında gösterdiği çalışmalarla çağdaş kültürün gelişmesinde çok çaba harcamış bir sanatçıdır. Dino, aslında hayatı boyunca çizdiği, bir nevi kartvizit işlevi gören el ve parmak çizimleriyle bilinir. Picasso’nun deyimiyle en düzgün el ve parmak çizen iki kişiden biridir.
Bir tablosu için, Nazım Hikmet şiir yazmıştır.
Bu adamlar, Dino,
ellerinde ışık parçaları,
bu karanlıkta, Dino,
bu adamlar nereye gider?
Sen de, ben de, Dino,
onların arasındayız,
biz de, biz de, Dino,
gördük açık maviyi.
İstanbul Hanımefendisi – Osman Hamdi Bey
Osman Hamdi, yakın çevresini resimlemeyi tercih eden bir sanatçı. Son Osmanlı Sadrazamı İbrahim Ethem Paşa’nın oğlu olan Osman Hamdi’nin çizdiği bu resimdeki kadının da kim olduğu tam olarak bilinmemekle beraber, Osmanlı Hanedanı’ndan biri olduğu tahmin ediliyor. Bazı çevrelere göre bu kadın, Fransız modasının Osmanlı’daki yansımasını göstermek için resmedildi. İstanbul Hanımefendisi, oryantalist resmin çok başarılı bir örneği. Osman Hamdi tabloda, Batılı ressamlardan farklı şekilde, Doğu’da yetişmiş biri olarak kendi toplumuna bakıyor. Türk resim sanatında, tam boy olarak bir insanın resmedilmesinin de ilk denemelerinden biri olması, tablonun önemini artırıyor. Boya ve ışık olarak son derece dengeli bir resim.